Men bende-i Kur-an’em, eğer can darem
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtarem.
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtarem.
Açıklaması;
Ben yaşadıkça Kur-an'ın bendesiyim
Ben, Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum.
Ben, Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum.
Bu sözler Hz Mevlana’ya ait… Ama ben bu sözleri; Merhum Sultan’ı Vaizin (Vaizlerin Sultanı) yani 5 Mart 2011 tarihinde Rahmeti Rahmana gönderdiğimiz, Tahir Büyükkörükçü Hocamın söylemi ile yıllar önce duymama rağmen hala kulaklarımda çınlıyor..
O, Konya’mızın, Hz Mevlana’dan ve Hacıveyiszade’ Mustafa Efendiden sonra yetiştirdiği ve son yüzyıla damgasını vuran en önemli hatiplerinden biriydi.
Cumartesi sabahı ölüm haberini duyar duymaz; “İnna Lillahi Ve İnne İleyhi Raciun” dedim ve hemen cenazesinin ne zaman kaldırılacağını öğrenmeye çalıştım. Pazar günü öğle namazını müteakip kaldırılacağını öğrenince derin bir “oh!” çektim. Bu cenaze merasimine mutlaka katılmam lazımdı çünkü. Sabahın erken saatlerinde dört arkadaş, birlikte Seydişehir’den yola çıktık. Kapı Camii civarına varınca; Konya, tahmin ettiğimiz ve tahminden de öte öyle olacağını bildiğimiz bir şekilde, insan seline dönüşmüş ve Bedesten’e doğru akıyordu. Hemen kartonları serip sarrafların bulunduğu sokakta bir kenara ilişiverdik. Kısa bir müddet sonra öğrendik ki; değil Kapı Cami civarında; Alaeddin Bulvarı’nda, Mevlana Müze Meydanı’nda, Şerafettin Cami civarında, İplikçi Cami civarı’nda, Aziziye Camii civarında, Çıkrıkçılar içinde, Sobacılar içinde el hâsıl; Valilik Meydanı ve etrafında irili ufaklı ne kadar ara sokak varsa, ana cadde varsa hiç birinde, tek ayağını bile iliştirecek bir yer bulmanın imkan ve ihtimalinin olmadığını hem kulaktan kulağa, hem de belli noktalara yerleştirilen dev ekranlardan öğrenebiliyorduk. Bu arada, merakımı gidermek için, benden daha yaşlı olanlara da soruyordum. “Konya Konya olalı böyle bir cenaze merasimi gördü mü?” diye… Hatırladıkları tek cenaze merasiminin; Rahmetli Hacıveyiszade Hocamızın cenaze merasimi olduğu nu söylüyorlardı.
Katılımın beş yüz bin civarında kişiden meydana geldiği söylense de ben bu rakamın daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. Gazeteciler ve televizyoncular yüksek yerlere çıkarak sadece objektiflerin görebildiği yerleri görüntüleyebiliyorlardı. Onlarca sokak içinde insanlar seller gibi akarken, onlar sadece büyük caddeleri ve meydanları görüntüleyebiliyorlardı. “Keşke bir helikopterle çekim yapsalardı da gerçek görüntüleri o şekilde elde edebilseydik” diye de düşünüyordum.
Konya için uzun süre unutulmayacak bir cenaze merasimi yaşanmıştı. Konya üzerine düşen görevi fazlası ile yapmıştı. Bu merasime katılırken tek düşüncem vardı; safımı belli etmek. Bu çağa damgasını vurmuş böyle bir âlimin her konuşmasında; Şeriattan ve Kuran’dan bahsederken, “bizim sadece Allah’ımız var” diyen bir hatibin bu sözlerini doğrulamak ve safımızı belli etmek için oradaydım.
Aynı zamanda bu merasimle birlikte bu milletin; neye, ne zaman ve ne şekilde sahip çıkacağını çok iyi bir şekilde bilebildiğini gördüm ve düşündüm.
Değerli Hocam, Allah rahmet eylesin, mekânın cennet olsun, tüm İslam Âleminin başı sağ olsun.
Yazımı; Hocamın dilinden hiç düşürmediği ve Tahir-i Mevlevi’nin mezar taşına yazdırmasını istediği ve kendisine ait olan dörtlük ve ayrıca, Necip Fazıl ve Cahit Sıtkı Tarancı’ya ait şu dizelerle bitirmek istiyorum.
Eli boş gidilmez gidilen yere,
Ya rab, boş gelmedim ben suç getirdim.
Dağların çekemediği şu ağır yükü,
İki kat sırtımda, pek güç getirdim. (Tahir-i Mevlevi)
***
O demdeki perdeler kalkar perdeler iner,
Azrail’e; “hoş geldin” diyebilmekte hüner. (Necip F azıl Kısakürek.)
***
Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında. (C.S.Tarancı)