Mehmet Gümüş abimizin
doğal balının tadına bakalı bir yıl
olmuş. Oruçta sıcakta kavruluyoruz. Serin bir mekanda sıcacık sohbet eşliğinde
iftar açmak ve sonunda halis bal ziyafeti çekmek..Özlediğim bir lezzetti
Mehmet abi ile konuştuk haftasonu için anlaştık. 14 ağustos
2011 pazarı iftarını Dere Sarıot Yaylasında açacaktık. Mehmet abi bana “ sen hiçbir şeye karışma,
sadece gel yeter” dedi. Biz büyük sözü dinleriz.. Pazar günü saat 15:00 de
Bozkırdan hareket ettik.
Ekip: Bıçakcı Kamil, Osman, Sucu Mehmet, Yakup Çetin, Mehmet
GÜMÜŞ ve tabiî ki bendeniz..
Yaylalara giden yol Çattan geçiyor, fakat çat ile sarıot
yaylası arasında ki yollara yol demeye bin şahit ister.. Ne bakan var ne
düzelten, taşlı kayalı bir yol. Bu yüzden biz güzergah olarak
Dere-Sorkun-Karacahisar Köyü güzergahını
seçtik.
Tozlu topraklı yollarda ilerliyoruz. Tabi akşam için odun
lazım. Odun toplamak için aractan indik. İri yarı altı adam onbeş dakikada
ancak iki-üç kucak meşe odunu bulabildik.
Akçapınar Yaylasının altında Çatlıların yeri olan bahçeye
doğru gidiyoruz.
Bıçakcı Kamil’in kiraz bahçesinden iftarlık kiraz toplamaya. Mübarek kiraz taş gibi
duruyor. Demek ki hem yükselti hemde su kalitesi kiraza ayrı bir lezzet
veriyormuş. Bunu akşam anladık.
Kiraz toplama işimiz bitti. Kamil usta illa BAYAMLI OLUĞU(
bademli pınarı) denen çeşmeden su dolduracağım dedi. Halbuki buzzz gibi suyun
yanına gidiyorduk. Bu suyu özel kılan bir şeyler olmalı diye düşündüm.
Yol boyunca Mehmet Gümüş işe Sucu Mehmet abi, arı konmuş
dikenleri izliyor, kontrol ediyor ve “hımmm arı güzel sarmış dikeni” muhabbeti
yapıyorlar. Tabi benim anlamadığım bir muhabbet olunca ben katılamıyorum.
Çat yaylasını geçip Sarıot Yaylasına gireceğimiz yerde
yapılan ağaçlandırma çalışmaları sonunda yeşermeye başlayan genç fidanlığa
doğru bakıyor ve buranın geleceğini hayal ediyoruz.Yem yeşil bir orman.. Miiss
gibi hava bedava, su bedava.. Size gelmesi kalıyor.O da nesi fidanlığın içinde hayvanlar otluyor..
Devletin oraya acilen bir bekçi
yerleştirmesi ve o genç fidanları koruması lazım.
Sarıot Yaylasını geçiyor KÜLLÜ MUARa doğru ilerliyoruz.
Köprüyü geçer geçmez hemen sağa sapıyor ve Mehmet Abinin çadırının olduğu yere
geliyoruz.
Malzemeleri
indiriyoruz. İftara daha çok var. Ama hava karanlımadan bal almak gerek
akşam iftar için.
Mehmet ağabeyler arıcı elbiselerini giyip kovanların yanına
gidiyor. Tabi Yakup ve bendeniz de
peşlerinden korka korka ilerlyor.
Mehmet abi arıların sakinleşmesi için duman yapıyor
kovanların üzerine doğru tutuyordu.
Bir kovan seçip kapağını açtılar.. Kovan malum arı doluJ Önce bir çita çıkarıp
inceliyorlar. Sonra bir çita daha çıkarıyor ve ikinci çitayı almayı uygun görüp
diğerini bırakıyorlar. Çıtanın üzeri arı kaplı. Devreye özel fırça ve duman
giriyor. İki fısfıs ardından fırça ile çıtadan uzaklaştırılıyor arılar.
Ve altın sarısı gibi bal meydana çıkıyor gün ışığında… oyyy
oyyy oyy iftara daha 2 saat var…Mübarek adeta beni ye diyor. Geçen yıl baktık ya tadına.. Hayali
bile yetiyor.
Balı çalınan arılar
yavaştan sinirlenmeye başlamış bir tane arı fotoğraf makinemi gözüne dikmiş
etrafında dolanıyor. Bende kıpırtı yok. Arı vazgeçip döndüğünde bende şansımı
fazla zorlamayıp uzaklaşıyorum ordan.
İftara iki saat var.. Vakit geçirmek için Değirmen örenine
HAN MUARI na doğru yürüyüşe çıktık.
Arılar burada da dikenleri sarmış bırakmıyor.. Bal özü
alıyorlar.
Mekanın tek konukları
bizler değiliz tabi. Yörüklerin zengin olanı naylon çadır gariban olanı kıl
çadırını kurmuş serinliyor.
Buz gibi akan suda küçücük 50 cm çapında odacıklar
yapmışlar.Bu odacıklar onların buzdolapları…
Suyun çıktığı yere doğru gidiyoruz. Oruçluyuz ya hani, su
sanki beni iç beni iç diye haykırırmışçasına kah şırıl şırıl kah gürül gürül akıyor.
Çiçekler rengarenk olurda
dağ arıları renksiz olur mu? Onlar da rengarenk.
Buna yürek dayanmaz deyip geri dönüyoruz. Yolda Manavgatlı
bir amca. Hemen önümüzü kesip GBT ( güvenlik birimleri tahkikatı)mizi alıyor.
Kimsiniz? Nerelisiniz? Nerden gelir nere gidersiniz? Gerekli ifadeyi verdikten
sonra fotoğraf çekebilirmiyiz dedik
.
Amca başladı türkü çağırmaya.. Sarıot yaylasını yaylayaaamadım.
Kaldı iftara bir
saat.
Çadrırın oraya döndüğümüzde Kamil usta birmeydan ateşi
yakmışki alevi bir buçuk metre sünüyor. Yanıyorda kuru meşe dağda yanıyor…
Ateşin hemen yanına kazdıkları bir hendeğe, ateşten dökülen korları topluyorlar
ki iftarda aç kalmayalım.
Bir yandan da ikiye böldüğü domatesleri ızgaraya
yerleştiriyor. Korun üzerinde usul usul pişen domatesler adeta kaynıyor. Cızzzzıırr
cızzzzııır.
Çadırın içinde Sucu Mehmet abi salata yapıyor. Serçe parmak ucu gibi kıyılmış domates, ve salatalık.
Tuzu son dakikalara bırakıyor ki çok
sulanmasın.. Soğanı da son dakikaya bırakıyor ki kokmasın. Eee işi bilen adamın
hali başka pirim…
Dönelim ocak başına. Kamil usta soğanları ve biberleri de
döşemiş korun üzerine.. Usul usul onlarda pişiyor.
Veee esas oğlan sahnede.. ADANA ŞİŞ:
Meğer bizim Bıçakcı Kamil önceden lokantacı imiş.. Bugün
sırtımız yere gelmez bizim. İki tane aşçı var ekipte. Kamil usta parmakları ile
yoğurduğu harcı şişlere yamayıp birde su ile sıvazlıyor ki dökülmesin.
Adananın
iki inceliğini de laf arasında söyleyiveriyor. Biiir. Pul biberleri
hafiften yıkayacaksın ki boyası çıksın.
İkiiii şiş çubukları ne kadar soğuk olursa et şişde o kadar rahat durur,
dökülmez.
Acıktık kamil usta…Acele yok. Daha ifatara çok var…
Korun üzerine şişler döşendikçe bizim mide cız ediyor. Hele
şişlerde ki yağ kendini salıp kora
damlayıp yanıyorya.. İşte onun o kokusu
son vuruşu yapıyor..
Yoook burada durulmaz. Ben birde çadırı kolaçan edeyim diyor
çadıra gidiyorum. Orada da gümüş abi mercimek çorbasını yapmış, tavada tereyağı
eritiyor.. Oyy oyyy oyy dağda aç karna… Oruç gitti gidecek. sabır yaaa Rab.
Çorba işini bitiren
gümüş abi, soğuması için kenara koyduğu çitayı alıp bir peteği ikiye bölüyor. Ve
tabağa dilim dilim çıkarıyor. Balın
kokusu tarifsiz.. Altın sarısı gibi. Pırıl pırıl.. türül türül.
.İftara 20
dakika kaldı..
Yakup ile su doldurmaya gidiyor geliyoruz. Saat 19:45
Benim bildiğim iftar 19:58 de oluyordu ama biz garanti olsun
diye 20:08’e kadar bekledik, çünkü hiç birimizin saati bir birini tutmuyordu.
Bu arada ben ocağın kenarında kaynayan güğümden aldığım
sıcak suya bir tatlı kaşığı bal salladım ki midemiz bir anda şişmesin. O kadar
yemek boşa gitmesin.
Vee iftar vakti.. Allah
kabul etsin. İftarımızı açıyor, gümüş abinin çorbası, sucu memet abinin
salatası, Kamil ustanın adanası … Hepsinin ruhuna Fatiha…
Yemek bitti sıra tatlıya geldi.. Bal kovandan yeni çıktığı
için su gibi akıp gidiyor. Bana zararı
yok diyorum ve baldan da nasibimizi afiyetle yiyoruz.
Sıra geldi çaya.. Yalnız havada bi soğudu ki dışarıda
duracak gibi değil. Ben üşünük adamım. Kendimi çadıra attım. Zaman içerisinde
soğuğa mertlik olmayacağını anlayan diğer arkadaşlardan bir bir düştüler
cadırın içine..
Çayımızı içiyoruz. İçim ısındı bee… Dünya varmış. Her şey
bir yana.. çay bir yana..
Saat olmuş 22:45 dönme vaktidir..
Bize bu günü sunan. Mehmet GÜMÜŞ’e. Sucu Mehmet abiye..
Bıçakcı Kamil’e. Teşekkürlerimle.. Allahım ağız tadı ile yemek yedirtmek nasip
eylesin…
Haber Video ve Slayt Gösterileri
doğal bal diyorsunuz video da kovanların üzerinde glikoz teknesi var
YanıtlaSilArıcısınız galiba bu kadar iyi bildiginize göre. Açıkcası biz orda gilikoz benzeri birşey göremedik.
YanıtlaSilAdsız kardeş. Ben göremedim? Nerede glikoz tenekesi...
YanıtlaSilhiç görmüyoruz biz bakalım ne zaman iyi bir ceza vereceğim size
YanıtlaSilcelal