Her insan
doğar, büyür ve ölür. Büyümeden ölenler de vardır. Ancak herkes çocukluktan
büyümüştür. Koca koca adamlarla ortak noktamız çocukluktan geçmemizdir. Çocukluk
bir binanın temelidir aslında. Binanın sağlamlığı çocukluğunda atılan demirlerle
sağlamlaştırılır.
“Daha dünkü çocuk” gibi ifadeler küçümseme anlamı taşısa da, çocuk kalabilmek imkânsızdır. Bunun için davranışlarımızda çocukluk izleri mevcuttur. Kim çocukluğunu aramaz ki? Aslında kimse büyüdüğünü fark etmez. İçindeki haylaz çocuk sadece biraz durgunlaşabilir belki. En yaşlı bir kimseyi bile yaşıtlarıyla bir araya getirin bakalım neler olduğunu göreceksiniz. Yetmiş yaşlarındayken dedemin arkadaşıyla sohbetine şahit olmuştum. Dedem onun elindeki düdüğü nasıl aldığını kahkahayla anlatırken, arkadaşı da; daha sonra onu yakalayıp da ona nasıl dayak attığını anlatıyordu. İkisi de çocukluk anlarına dönüvermişlerdi. Yine seksen beş ve doksan yaşındaki iki kardeşin bir birlerine takılmaları bizleri çok şaşırtmış gülmekten bir hoş olmuştuk. O halde anladık ki aslında herkesin içinde bir çocuk gizliydi. Zaten mutluluk da bu çocukluğu ortaya çıkarabilmede değil mi? Sanki çok yakınmış sandığım çocukluğumuzun üzerinden koskoca otuz yıl geçmiş. Hani yaşlılar bazen diyorlar ya; göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş diyorlar ya aynen öyle.
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum. •Bu dağların en eski âşinasıdır soyum, •Bekçileri gibiyiz ebenced buraların. •Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların •Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, •Her gün aynı pınardan doldurur destimizi •Kırlara açılırız çıngıraklarımızla..
………………………..
“Bingöl Çobanları” adlı Kemalettin Kamu’nun şiirini çok beğeniyorum. Sanki anlatmak istediklerimi bir çırpıda anlatıvermiş. Şiirin tamamını bulup mutlaka okumalı. Bizlerde bir sürü peşinde dolaştığımızdan mıdır nedendir bilmiyorum ama bir başkadır hasreti, yaylaların ve dağların. Başka zamanımız olmadığı için yazları çocukluğumuzun geçtiği yerleri gezme fırsatımız oluyor. Çocuk olamıyoruz ama onu hatırlamak bizi bir süre daha hayata bağlı kalmamızı sağlıyor. Aslında hayatımız da çocukluğumuzun bir kopyası değil mi? Bazen evcilik, bazen saklambaç, bazen mendil kapmaca, bazen de derede balık tutmak. Hayat madem geçici bir oyunsa en güzel yeri de çocukluk kısmı değil mi? Sorsalar insanlara en sevdiğin zaman dilimi hangisi diye; sanırım çocukluk derler. Belki bisikleti, ayakkabısı olmamıştır ama hayatta en mutlu anı çocukluğudur yine insanoğlunun.
İnsanların çocukluk hallerini görmek istiyorsanız, onlarla bir oyun oynamanız lazım. Erkeklerle futbol, oynamak, kadınlarla bir yemek saati yapmanız lazımdır. Erkek küçükken mızmız, sinirli, bencil, paylaşımcı, kavgacı, oldukları, bayanlarında aynı şekilde nasıl oldukları konusunda açık fikir verir. Gençlik ve yaşlılık da çocukluğun devamı olduğu için bir birinin kopyasıdır aslında. Ancak büyüyünce unuttuğumuz şeylerden en önemlisi belki de; düştükten sonra kalkma düşüncesi ve dünkü sorunları unutamamadır.
Ah bir çocuk olsaydım/parklarda oynasaydım/Dertten kederden uzak/arkadaşlar bulsaydım. Diye boşuna söylememiş Ferdi Tayfur,yıllar önce.
“Daha dünkü çocuk” gibi ifadeler küçümseme anlamı taşısa da, çocuk kalabilmek imkânsızdır. Bunun için davranışlarımızda çocukluk izleri mevcuttur. Kim çocukluğunu aramaz ki? Aslında kimse büyüdüğünü fark etmez. İçindeki haylaz çocuk sadece biraz durgunlaşabilir belki. En yaşlı bir kimseyi bile yaşıtlarıyla bir araya getirin bakalım neler olduğunu göreceksiniz. Yetmiş yaşlarındayken dedemin arkadaşıyla sohbetine şahit olmuştum. Dedem onun elindeki düdüğü nasıl aldığını kahkahayla anlatırken, arkadaşı da; daha sonra onu yakalayıp da ona nasıl dayak attığını anlatıyordu. İkisi de çocukluk anlarına dönüvermişlerdi. Yine seksen beş ve doksan yaşındaki iki kardeşin bir birlerine takılmaları bizleri çok şaşırtmış gülmekten bir hoş olmuştuk. O halde anladık ki aslında herkesin içinde bir çocuk gizliydi. Zaten mutluluk da bu çocukluğu ortaya çıkarabilmede değil mi? Sanki çok yakınmış sandığım çocukluğumuzun üzerinden koskoca otuz yıl geçmiş. Hani yaşlılar bazen diyorlar ya; göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş diyorlar ya aynen öyle.
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum. •Bu dağların en eski âşinasıdır soyum, •Bekçileri gibiyiz ebenced buraların. •Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların •Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, •Her gün aynı pınardan doldurur destimizi •Kırlara açılırız çıngıraklarımızla..
………………………..
“Bingöl Çobanları” adlı Kemalettin Kamu’nun şiirini çok beğeniyorum. Sanki anlatmak istediklerimi bir çırpıda anlatıvermiş. Şiirin tamamını bulup mutlaka okumalı. Bizlerde bir sürü peşinde dolaştığımızdan mıdır nedendir bilmiyorum ama bir başkadır hasreti, yaylaların ve dağların. Başka zamanımız olmadığı için yazları çocukluğumuzun geçtiği yerleri gezme fırsatımız oluyor. Çocuk olamıyoruz ama onu hatırlamak bizi bir süre daha hayata bağlı kalmamızı sağlıyor. Aslında hayatımız da çocukluğumuzun bir kopyası değil mi? Bazen evcilik, bazen saklambaç, bazen mendil kapmaca, bazen de derede balık tutmak. Hayat madem geçici bir oyunsa en güzel yeri de çocukluk kısmı değil mi? Sorsalar insanlara en sevdiğin zaman dilimi hangisi diye; sanırım çocukluk derler. Belki bisikleti, ayakkabısı olmamıştır ama hayatta en mutlu anı çocukluğudur yine insanoğlunun.
İnsanların çocukluk hallerini görmek istiyorsanız, onlarla bir oyun oynamanız lazım. Erkeklerle futbol, oynamak, kadınlarla bir yemek saati yapmanız lazımdır. Erkek küçükken mızmız, sinirli, bencil, paylaşımcı, kavgacı, oldukları, bayanlarında aynı şekilde nasıl oldukları konusunda açık fikir verir. Gençlik ve yaşlılık da çocukluğun devamı olduğu için bir birinin kopyasıdır aslında. Ancak büyüyünce unuttuğumuz şeylerden en önemlisi belki de; düştükten sonra kalkma düşüncesi ve dünkü sorunları unutamamadır.
Ah bir çocuk olsaydım/parklarda oynasaydım/Dertten kederden uzak/arkadaşlar bulsaydım. Diye boşuna söylememiş Ferdi Tayfur,yıllar önce.