Arılarla haşır neşir olalı hayata dair bazı şeyleri daha iyi
ve daha kapsamlı kavramaya başladım. Bazı şeyleri ise daha fazla yargılamaya,
daha fazla düşünmeye başladım.Size işçi arılardan bahsedeceğim. Düşünme ve değerlendirme yetisinden uzak,
kısaca beyinsiz, sadece iç güdüsel olarak
yaşayan ve ölen..Doğdukları günden öldükleri güne kadar ki en fazla 3-4
hafta kadar olan ömürlerini sürekli çalışarak, tabiatın ona verdiği görevi tamamlayan
arılar.. Bu arılar bütün ömürlerini gelecek nesilleri için yaşam ortamı ve
yiyecek sağlamak için feda ediyorlar. Ve hiç biri gelecek nesillerini
görebilecek kadar uzun yaşamayacağı
halde geleceği için harcıyor ömürlerini. Yorulmadan, durmadan,
dinlenmeden, zevke sefaya dalmadan tamamlıyorlar vazifelerini.
Ya insanoğlu, ya bizler, ya Bozkırlılar. Bizler, gelecek
nesiller için çalışmak bir yana dursun
gelecek nesillerimizin geleceklerinden çalıyoruz. Tembelliğimiz, günü
kurtarmak adlı düştüğümüz cehalet ve miskinlik…Bu gün kaçımız gelecek nesile
daha güzel bir Bozkır, daha güzel bir dünya bırakmak için zevkimizden ödün
veriyoruz. Torunlarımızdan miras kalan doğamıza hangimiz gerçek değeri veriyor,
onu koruyor yada korumaya çalışıyoruz?Herkes biraz düşünsün.
Çıplak yamada dik duran bir ağaç görsek, “odun” deyip
kesiyoruz. Nerede bir akarsu bulsak, kurutmak ve ekolojisini bozmak adına ne
varsa yapıyoruz. Kaçımız cebinden üç beş kuruş çıkarıp fidan satın alıp
elimizle doğaya diktik… Kaçımız kırılan bir fidanı doğrultmak için uğraştık?
Düşünün lütfen…
Hangimiz çocuğumuzun elinden tutup coğrafyamızı tanıttık.
Oğlum bak bu meşe ağacıdır, bu şimşirdir, bu iledindir, bu katrandır deyip
doğayı sevdirmeye çalışıyor, doğanın korunması gerektiğini hangimiz anlatıyoruz? Kaçımız kızım bak bu
adaçayı, bu altın otu, bu sığır kuyruğu, bu dağ lalesi deyip bildiğimiz kadarıyla öğretiyoruz
çocuklarımıza….
Kaç kişi çıkar evlatları ile yaz gününde açık havada yıldızları yorgan
yapıp yatmayı.. Sabah kapalı perdelerden vuran güneş ile değilde , gözüne vuran
güneşin ışığı, doğanın sesi ile uyanmayı sevdiren…
Bozkır gibi dört mevsimi doyasıya yaşanabilen bir coğrafyaya sahip olmak
maalesef bugünü insanları açısından mirasa konmak kadar beleştir…
Bu gün bir iş için esnaftan birini ziyarete gittim.
İstanbuldan kaçıp memleketine sığınmaya çalışan, onca olumsuzluğa rağmen
memleleketinde tutunmaya çalışan bir esnaf. İş yerinin yanında küçük masadan
bozma bir kümes, ve o kümeste bir tavuk… Şaştım. Bu ne dedim. Anlattı. Ve bir
şey daha anlattı ki bugün geldiğimiz noktanın özetidir aslında. 20 li yaşlarda bir gencimiz gelip kümesteki tavuğu işaret edip “ bu kuş ne
kuşu?” diye soruyor.. Komik gelebilir ama bence trajikomik… Devletin “sosyal devletin gerektirdiği” safsatası ile miskinleştirdiği köylerimizde “nesli
tükenmekte olan bir kuş” cevabını veriyor esnafımız…. Gerçekten tavuğun bile
nesli tükenme aşamasına geldi köylerde…
Kimine göre basit bir yumurta hesabı.. Ama iş öyle değil.. Büyük bir
ekonomik kayıp..
Geçen hafta sonu Çağlayan-Bozkır yol güzergahında ki boş,
kaderine terk edilmiş bahçeleri gören bir büyüğüm, “yazık, ülke ekonomisi açısından ne büyük
kayıptır suyun dibinde ki tarım alanlarının bom boş atıl, gen durması” diye
hayıflandı…Bir yanda Çağlayan Göleti türküsü ile popülerlik peşinde ki insanlar
bir yandan boş yatan sulu tarım arazileri.. Ne çelişki değil mi?
Bütün bunlara karşın toplumumuz halen ayakta kalmayı
başarabiliyorsa, tabiatımız medeniyete direnebiliyorsa “görmüş geçirmiş”, “kulağı
tozlu” insanlarımız sayesindedir.
Bir ay kadar önce Yelbeği köyüne gittim. İşimi halledip geri
döneceğimde, üstü başı yamalı elbise olan bir teyze, Ayşe teyze çıka
geldi..Yaşı nerden baksan 75 ama hala dik ve ayakta.. Evladım yol üzerinde
nohut tarlam var beni oraya kadar götürebilir misin” diye rica etti. Araca binip
yola düştük. Yolda sohbet ediyoruz. Teyzem eşi ile birlikte tarlasına nohut
ekmiş,” mundar donasıca domuzlar rahat vermiyor. Yirmi gündür bağda yatır, bağ
bekleriz.”diyor. Teyzeyi hatırladım bir anda. Yelbeğinde 1 metre kar var iken
tencerede kahve kaynatıp bize ikram eden teyzeydi bu. O tencerede ki kahvenin
tadı o samimiyetin sıcaklığı tatmaya değer bir lezzetti. Sonra tarlasına gittik. Ormanın arasında
taşlı kayalı bir arazide kocaman tarla… Birde kara bir köpeği var. Adı “ mariş”
Derken sırtında çalı yükü ile 75
yaşından fazla olan ve anladığım kadarıyla Ayşe teyzenin eşi çıkageldi tarlaya…Düşünün
lütfen.. Bir yanda çocuk parası, kaymakamlık yardımı için banka kuyruğunda sıra bekleyen gencecik
insanlar, rafları tozdan görünmezken iş yok diye ağlayan esnaflar bir yanda
Ayşe teyze.. Düşünün lütfen. Bozkırın gerçek ihtiyacı olan ne???
Son olarak bir genç arkadaşımızdan bahsetmek istiyorum. Adı
Ali İhsan… Bozkırın bir kasabasında küçük bir dükkanı var. Bu dükkanda yok
yok.. Evine helal ekmek götürebileceği her türlü ihtiyaç malzemesi bulmak
mümkün. Öte yandan bu arkadaşın buğday tarlası var.. Tarla sürüp, harman
kaldırıyor beleş ekmek yememek miskinleşmemek için. Bahçesi var. Haftada 60 kg
fasulye satıyorum diyor. Kiraz bahçesi kurmuş, gelecek vaat ediyor diyor…
Şimdi düşünüz biraz.
Bozkırı giden resmi kurumlar için demeç verilmesi mi? Çağlayan göletinin 10
metre daha yükseltilmesi mi? Antalya yolunun tamamlanması mı? Bozkıra meyve
suyu fabrikası kurulması mıdır kurtaracak olan yoksa özümüze dönmek midir?
Orak ayında oruç tutan annelerimizin bereketini tüketmeden
silkelenip kendimize gelelim. Elimizde var olan değerleri koruyup sahip
çıkalım. Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir coğrafya bırakalım. Düşünün
biraz. Sizden çok mu şey istiyorum?
Hüseyin DUMRU 03-08-2012