Dere Kasabası Kuzyaka Mahallesinde, Sivri tepenin hemen
dibinde iki oda bir sofa birde ambarlığı olan bir evi vardı Rahmetlinin. Haa
birde bir çeşmesi ve rafı olan sofadan
bölme mutfağı. Biz ;Yukarı mahalleden,
orta mahalleden Daşdibinden benim gibi belki 10-15 çocuk arasofada okurduk.
Erken gelen arkadaşlar rahmetliyi odasında bulurdu. Genelde ya kitap okurdu ya
Kur’an.Yanlış hatırlamıyorsam Latin alfabesi bilmezdi. Eski yazı okurdu.
Derelilerin beklide son hocası.. Belki de bizden sonra hiçbir
çocuk gitmedi “okumaya” sıradan sade bir vatandaşa..
Okumaya yollardı ailelerimiz bizi çocukken. Okul biter bir
iki hafta gezer sonra Okumaya giderdik. Okumaya gitmek ne demekmiş bunu ve
kıymetini yeni anlıyorum. Okul bize bilgi verecekti, ama o bilgiyi en doğru
yolda harcamanın yolunu gösteren ilimi öğrenmeye diyorduk “okuma” diye..
Subhanekeyi o öğretmişti dedimya… salli-bariği bir türlü öğrenemiyor,
karıştırıyordum.Ben öğrenemedikçe hese dayı hafiften bürküyordu kulağımı. Bir
gün rahmetlinin bir arkadaşı gelmiş yanına, bizi izliyor derste. Ben yine salli
barikte. Yok arkadaş karıştırıyorum
öğrenemiyorum. Amca usuldan yaklaştı.
-Neden karıştırıyorsun evladım?
-kelimeler bir birine çok yakında ondan.
- Gel o zaman otur şuraya da anlattıklarımı bir dinle sonra
biraz çalış. Dedi tebessümle ve bana salli- bariğin açıklamasını melalini
okudu. Bu şu demek şu da bu…Çok değil on dakika sonra şakır şakır salli-barik okuyordum…
Sonra çocukluk işte… Evden okumaya diye çıkıp oyuna
gidiyordum. Bizimkiler duyunca da bahane hazır. Yol çok uzak gidemiyorum. Ama
bahane beni okumaya gitmekten kurtarmadı.. Bu defa da Kuran Kursuna
gönderdiler. Orada da bir hoca vardı.
Lakabı dingirli idi.. Çok otoriter birisi idi. Hata yapanı affetmez elinde
sallayıp durduğu değenekle cezalandırırdı. Ara sıra bundan da kaçıyordum ama
korku ile bir iki hafta daha devam ettim. Bir deyneğini yedim (Hakketmiştim)
daha da gitmem bu kursa deyip tekrar
hese dayıya dönmüştük, hem ordan kaçması daha kolaydı. Hese dayı çok
kızarsa kulağımı bürküyordu gülerekten.Mevlam cennette de güldürsün
yüzünü..Tabi bu git geller ilkokul bitene kadardı. Yani beş yılda anca
öğrenmiştim namaz surelerini… Abdesti namazı…Ortaokula geçince cüze
başlamıştım..3 yılda da cüzü bitirebilmiştim. Sonra sen büyüdün artık diye
almadılar beni kurslaraJ
Diyeceğim , dinim diyanetim adına ilk öğrendiğim ve en
kalıcı bilgileri “okumada” öğrendim. Bu gün bunun adı yaz kursları diye
geçiyorya…Din kültütü ve ahlak bilgisi dersleri çok bir şey katmıyor hayata…
Geçen gün işim gereği bir camiye yakın bulundum birkaç saat.
Caminin dersliğinde köyün imamı bilgisayarlı sistemle ders veriyordu çocuklara…
Hem sureleri öğretiyordu hem hayatı… 5 Yaşından
tutunda 15 yaşına kadar 10-15 kadar cıvıl cıvıl ve meraklı
çocuklar. Sürekli soru soruyorlar hocalarına.. Hocam şu nedir bu nedir diye…Dalmışım çocukların sesine..Bir ara
hocanın “ bırakın tüyle hırkayla
uğraşmayı, gelen mesaja bakın” sözleri ile irkildim.Hoca devam etti sözlerine
“ peygamberi sevmek doğum gününü bilmek kutlamak değildir.
Onu sevmek bıraktığına bize getirdiğine bize müjdelediğine sahip çıkmaktır……”
İlgimi verip dinlemeye başladım. Hocam benim bile bilmediğim
bazı dini bilgiler anlatıyor okutuyordu onları…. Birde serzenişi vardı hocanın.
Çocuklarını okumaya göndermeyen aileler var diye üzülüyordu. Evet böyle ailelerin
sayısı gittikçe artıyordu. Çocuk kafasını dinlesin diyerek göndermiyorlar
hayatı okuma derslerine…. Yazık ediyorlar ama nafile…. Aradan geçen 20ye yakın
yılda hala ilk öğrendiğim subhanekeyi okuyorum…. Nasıl ki her şeyin bir zamanı
olduğunu savunuyor ve bu zamanın çocukların dinlenme zamanı olduğu görüşünü
savunuyorsalar bilmelidirler ki. Evet her şeyin bir zamanı varsa dii öğrenmenin
en kolay yoluda kurslara katılımı
artırmak.
Değerli büyüklerim. Çocuklarınızı yaz kurslarından ayırmayın
Onları ödüllendirerek teşviklendirin…
Hüseyin DUMRU